A’RAF 32 |
قُلْ
مَنْ
حَرَّمَ
زِينَةَ
اللّهِ الَّتِيَ
أَخْرَجَ
لِعِبَادِهِ
وَالْطَّيِّبَاتِ
مِنَ
الرِّزْقِ
قُلْ هِي
لِلَّذِينَ
آمَنُواْ فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
خَالِصَةً
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
كَذَلِكَ
نُفَصِّلُ
الآيَاتِ لِقَوْمٍ
يَعْلَمُونَ |
32. De ki:
"Allah'ın kulları için çıkardığı zineti, temiz ve hoş rızıkları kim haram
kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir.
Kıyamet günü ise yalnız onlaradır." İşte Biz, ayetleri bilenler için
böylece açıklarız.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
1- Allah'ın Lütfundan Yararlanmak:
2- Giyim ve Kuşam Adabı:
3- Temiz ve Hoş Rızıklar:
4- Nimetler Mü'minler İçindir:
1- Allah'ın Lütfundan
Yararlanmak:
Yüce Allah:
"Allah'ın kulları için çıkardığı zineti ... kim haram kılmıştır"
buyruğunda, Allah'ın kendilerine haram kılmamış olduğu şeyleri kendiliklerinden
haram kıldıklarını beyan etmektedir.
Burada sözü geçen zinet,
kişinin gücü yettiği takdirde güzel giyimdir. Bütün elbiselerin kastedildiği de
söylenmiştir. Nitekim Hz. Ömer'den: "Allah size genişlik verdiği vakit,
siz de genişlik gösteriniz ... " dediği rivayet edilmiştir ki, daha önce
onun bu sözü geçmiş bulunmaktadır. İmam Malik'in hocalarından Ali b. el-Huseyn
b. Ali b. Ebi Talib'den (Allah hepsinden razı olsun) rivayet olunduğuna göre o,
elli dinar değerinde ipek ve yünden dokunmuş bir elbiseyi kış mevsiminde
giyermiş. Yaz geldi mi, o elbiseyi ya sadaka olarak verir, yahut satar değerini
tasadduk edermiş. Yazın da Mısır'dan gelme ve "Mumaşşak" denilen,
kırmızıya boyanmış (altlı üstlü) iki elbise giyer ve:
"De ki: Allah'ın
kulları için çıkardığı zineti, temiz ve hoş rızıkları kim haram kılmıştır"
ayetini okurmuş.
2- Giyim ve Kuşam
Adabı:
Durum böyle olduğuna
göre ayet-i kerime değerli elbiselerin giyilebileceğine, Cuma ve Bayramlarda
insanlara karşı çıkılacağı vakitlerde, kardeşlerin ziyaretine gidileceği
zamanlarda bunlarla süslenilebileceğine delalet etmektedir. Ebu'l-Aliye der ki:
Müslümanlar biribirleriyle ziyaretleştiklerinde güzel elbise giyerlerdi.
Müslim'in Sahih'inde
Ömer b. el-Hattab'dan rivayete göre o, mescidin kapısı önünde Siyera denilen
(saf ipekten), kendisine sarınılarak örtünülen bir elbise görür. Ey Allah'ın
Rasulü, bunu cuma günü ve huzuruna geldikleri vakit elçilere karşı giyinmek
üzere satın alsan. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bunu ancak ahirette
bir payı bulunmayan kimseler giyer. "
Görüldüğü gibi Hz.
Peygamber, Hz. Ömere güzel giyinme teklifine karşı değil, satılan bu elbisenin
Siyara diye bilinen elbise oluşundan dolayı karşı çıkmıştır.
Temim ed-Dari de bin
dirheme bir elbise almış ve bununla namaz kılarmış. Malik b. Dinar da kaliteli
Aden elbiselerini giyermiş. Ahmed b. Hanbel'in elbisesi yaklaşık bir dinara
satın alınırmış.
Şimdi bunlar nerede,
keten ve yün gibi kaba elbiseleri tercih edip bu sözü edilen tutumlardan yüz
çeviren, onlara iltifat etmeyen ve: "Takva elbisesine gelince o daha
hayırlıdır" (el-A'raf, 26) diyenler nerede. Heyhat! Acaba sözünü ettiğimiz
bu kimseler takva elbisesini terketmiş kimseler miydi? Allah'a yemin ederim ki
hayır, bilakis onlar, hem takva sahibi kimselerdi, hem bilgili ve akıllı
kimselerdi. Onun dışında kalanlar ise kuru iddiaların sahibi kimselerdir.
Kalplerinde takva namına birşey yoktur.
Halid b. Şevzeb der ki:
el-Hasen'a Ferkad'ın geldiği bir sırada yanlarında idim, el-Hasen, elbisesini
alıp ona uzattı ve Ey Fureykad (Ferkadcik), Ey Um Fureykad'ın oğlu, şüphesiz
iyilik bu elbiseye bürünmekte değildir. İyilik kalbe yerleşen ve amelin tasdik
ettiği şeydir.
Maruf el-Kerhi'nin
kardeşinin oğlu Ebu Muhammed, üzerinde yünden bir cübbe bulunduğu halde
Ebu'l-Hasen b, Yesar'ın huzuruna girdi. Ebu'l-Hasen ona şöyle dedi: Ey Ebu
Muhammed, sen kalbini mi yüne bürüdün, yoksa bedenini mi? Sen onun yerine
kalbini yüne bürü ve isterse Klihi (diye bilinen) Kuhistan'dan gelme elbiseleri
üst üste giyin.
Bir adam da eş-Şibli'ye
şöyle demiş: Arkadaşlarından bir topluluk geldi ve bunlar şu anda camide
bulunuyorlar. O da yanlarına çıkıp gittiğinde üzerlerinde yamalı elbiselerin ve
peştemallerin olduğunu görünce, şu beyiti okumuş: "Çadırlara gelince,
şüphesiz ki onların çadırları gibidir. Fakat gördüğüm kadarıyla mahallenin
hanımları asıl hanımları değildir."
Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzi
-Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiş: Ben de peştemale bürünmeyi ve
yamalı elbiseler giyinmeyi şu dört sebep dolayısıyla mekruh görüyorum:
1- Evvela bu, selef-i
salihin giyindiği şeylerden değildi. Onlar, zaruret dolayısıyla elbiselerini
yamalıyorlardı.
2- Böyle bir giyim
fakirlik iddiasını ihtiva eder. Halbuki insan, Allah'ın üzerindeki nimetlerini
göstermekle emrolunmuştur.
3- Güya zahidlik
gösterisidir. Oysa biz zahidliğimizi örtmekle emrolunduk. 4- Bu, şeriatten yana
kayıp uzaklaşan kimselere bir benzeme isteğidir. Bir kavme benzemeye çalışan
ise onlardandır.
Taberi de der ki: Kıl yününden
yapılmış elbiseleri giyinmeyi, pamuk ve ketenden -helalinden bunları
giyinebilme imkanını bulabilmekle birlikte - yapılmış elbiseleri giyinmeye
tercih edenler hata etmiştir. Aynı şekilde bakliyat ve mercimek yeyip bunu
buğday ekmeğine tercih eden de, kadınlara karşı arzu duyar korkusuyla et yemeyi
terk eden de hata etmiştir.
Bişr b. el-Haris'e yün
giyinmeye dair soru sorulmuş, böyle bir soru ona ağır gelmiş ve hoşlanmadığı
yüzünden anlaşıldıktan sonra şöyle demiş: Şehirlerde yün giyinmektense ipek ve
uspurlu elbiseleri giyinmeyi daha çok severim.
Ebu'l-Ferec de der ki:
Selef orta halli elbiseleri giyinirlerdi. Ne çok pahalı ve kaliteli, ne de
oldukça kalitesizleri. En iyi elbiselerini de cuma, bayram ve kardeşlerle
karşılaşacakları vakitlere ayırırlardı. Daha iyi olanı tercih etmek onlar
tarafından çirkin bir şey olarak görülmüyordu. Kişiyi küçük düşüren elbiseye
gelince, bu da zahidlik ve fakirlik izharı (gösterişi) ihtiva eder. Ve sanki
Allah'tan bir şikayet tavrı gibidir. Giyenin de küçük görülmesine sebep teşkil
eder. Bütün bunlar ise mekruhtur ve yasak kılınmış şeylerdir.
Birisi dese ki: Güzel
elbise giyinmek nefsin bir isteğidir. Biz ise nefsimize karşı cihad etmekle
emrolunduk. İnsanlara karşı da süslenmektir. Oysa biz fiillerimizi insanlar
için değil Allah için yapmakla emrolunduk.
Böyle bir itiraza
verilecek cevap şudur: Nefsin arzuladığı her şey yerilecek türden değildir.
Aynı şekilde insanlara karşı kendisiyle süslenilen her şey de mekruh değildir.
Bunlardan, eğer şeriat yasaklamış ise yasaklanılır, yahut din hususunda bunlar
riyakarlık olsun diye yapılırsa yasak kılınır. Şüphesiz insan, güzel görünmeyi
arzu eder. Ve bu nefsin bir payıdır, bundan dolayı da kişi kınanmaz. Bundan
dolayı kişi saçını tarar, aynaya bakar, sarığını düzeltir, elbisenin kaba gelen
astarını iç tarafına, güzel görünen dış tarafını da dışa giyinir. Bütün
bunlardan mekruh görünen veya yerilen her hangi bir şey yoktur.
Mekhul, Aişe
(r.anha)'dan şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.)'ın ashabından bir
topluluk onu kapıda bekliyorlardı.
O da yanlarına gitmek
üzere dışarı çıktı. Evde içinde su bulunan bir deri kap (küçük bir kova) vardı.
Suya bakarak sakalını ve saçlarını düzeltmeye başladı. Ben: Ey Allah'ın Rasulü
sende mi bunu yapıyorsun diye sordum, şöyle buyurdu: "Evet, kişi
kardeşlerinin yanına çıkacağı vakit kendisine bir çeki düzen versin. Şüphesiz
Allah güzeldir, güzel olanı sever."
Müslim'in Sahih'inde de
İbn Mes'ud'dan Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu kaydedilmektedir:
"Kalbinde zerre ağırlığı kadar kibir namına bir şey bulunan kişi cennete
girmeyecektir." Bir adam dedi ki: Kişi, elbisesinin, ayakkabısının güzel
olmasını ister. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Muhakkak Allah güzeldir,
güzel olanı sever. Kibir de hakkı reddetmek ve insanlara yukardan bakıp onları
küçük görmektir."
Bu anlamda hadis-i
şerifler pek çoktur. Hepsi de temizliğe ve güzel görünüşe delalet etmektedir.
Muhammed b. Sa'd şunu rivayet etmektedir: Bize el-Fadl b. Dukeyn haber verdi,
dedi ki: Bize, Mendel, Sevr'den anlattı, o, Halid b. Ma'dan'dan dedi ki:
Rasulullah (s.a.v.), tarak, ayna, yağ, misvak ve sürmesini yanına alarak
yolculuk yapardı. İbn Cüreyc'den ise, "kendisiyle tarandığı fildişi
tarak" dediği nakledilmektedir. İbn Sa'd der ki: Bize, Kabisa b, Ukbe haber
vererek dedi ki: Bize, Süfyan anlattı, o, Rabi' b. Sabih'ten, o, Yezid
er-Rukaşi'den, o, Enes b. Malik'ten dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) başına çokça
yağ sürer ve sakalını su ile tarardı. Bize, Yezid b. Harun haber verdi, bize,
Abbad b. Mansur anlattı, Abbad, İkrime'den, o, İbn Abbas'tan dedi ki:
Rasulullah (s.a.v.)'ın uyuduğu vakit her bir gözüne üçer defa sürme çektiği bir
sürmedanlığı vardı.
3- Temiz ve Hoş
Rızıklar:
Yüce Allah'ın:
"Temiz ve hoş rızıklar" buyruğundaki; "Temiz ve hoş şeyler"
kazanç ve tat itibariyle hoş ve temiz şeyler hakkında kullanılan umumı bir
isimdir. İbn Abbas ve Katade derler ki: Temiz ve hoş rızıklar ile cahiliyye
dönemi insanlarının haram kıldıkları Bahire, Saibe, Vasıle ve Ham'lar
kastedilmektedir. Bundan kastın, kendilerinden lezzet alınan bütün yiyecekler
olduğu da söylenmiştir.
Hoş ve temiz şeyleri
terketmek ve lezzetlerden yüz çevirmek hususunda farklı görüşler vardır.
Kimileri, böyle bir tutum Allah'a yakınlaştırıcı bir amel değildir. Çünkü,
mübah olan şeylerin yapılması da terkedilmesi de müsavidir. demişlerdir.
Kimileri de böyle bir
iş, bizatihi Allah'a yakınlaştırıcı değilse de dünyada zahidliğe, uzun emelli
olmamaya ve dünya için kendisini külfete sokmayı terk etmeye götüren bir
yoldur. Bu ise menduptur. Mendup olan bir amel de Allah'a yakınlaştırıcıdır,
demişlerdir.
Başkaları da şöyle
demektedir: Ömer b. el-Hattab (r.a.)'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Eğer
istesek, hiç şüphesiz közde et pişirebiliriz, ince ekmek ve kuru üzüm ile
birlikte hardal bulundurabiliriz. Fakat ben, Yüce Allah'ın bir takım kimseleri
yererek: "Siz bütün hoş şeylerinizi dünya hayatınızda bitirdiniz"
(el-Ahkaf, 20) diye buyurduğunu gördüm.
Bir başka kesim de bütün
bunların kendisini külfete sokarak bir araya getirilmesiyle, külfetsiz bir araya
gelmeleri arasında fark gözetmişlerdir. Hocalarımızın hocası, Ebu'l-Hasen Ali
b. el-Mufaddal el-Makdisı der ki: -Yüce Allah'ın izniyle de sahih olan bu
görüştür- Peygamber (s.a.v.)'den hoş ve lezzetlidir diye her hangi bir yemeği
yemediği asla nakledilmiş değildir. Bilakis o, helva, bal, kavun, taze hurma
yer, bununla birlikte dünyanın zevk verici arzulanan şeyleriyle uğraşıp ahiret
işlerinden alıkoyması dolayısıyla da bu maksatla külfete girmeyi hoş görmezdi.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: Kimi sufiler,
temiz ve lezzetli şeyleri yemeyi mekruh görmüş ve Ömer (r.a)'ın şu sözünü delil
göstermişlerdir: Et yemekten uzak durun. Çünkü, et de tıpkı şarabın alışkanlığı
gibi bir alışkanlık yapar.
Buna şöyle cevap
verilir: Bu, dünyada nimetleri tercih edip, arzularının peşinden devamlı
koşmayı, nefsi zevk aldığı şeylerden yana rahatlatmayı tercih edip ahireti
unutarak dünyaya yöneleceğinden korktuğu kimseler hakkında söylenmiş bir
sözdür. Bu bakımdan Ömer (r.a), valilerine ve komutanlarına (amirlerine) şu
şekilde mektup yazardı: Nimetlere gark olmaktan, Acemlilerin elbiselerini
giyinmekten uzak durun. Bunun yerine sıkıntılı ve zahidane yaşayışı tercih
edin.
Ömer (r.a) bu sözleriyle
hiç bir zaman Allah'ın helal kıldığı şeyi haram kılmayı, yahut da ismi Yüce ve
mübarek Allah'ın mübah kıldığı bir şeyi yasaklamayı düşünmemiştir. Diğer
taraftan Yüce Allah'ın buyruğu, uyulan ve dayanak alınan sözlerin en
hayırlısıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki: Allah'ın kulları
için çıkardığı zineti temiz ve hoş rızıkları kim haram kılmıştır?"
Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Dünya ve ahirette en iyi katık
ettir. "
Hişam b. Urve'nin
babasından, onun Aişe (r.anha) dan rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) kavun ile
taze hurmayı birlikte yer ve şöyle dermiş: "Bunun sıcağı bunun
serinliğini, bunun serinliği de bunun sıcağını kırıyor. "
el-Maide Süresi'nde (87.
ayeti, 2. başlıklar ve devamında) iyi olmayan yiyecekleri tercih edenlerin
kanaatlerine redde dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Bu ayet-i kerime de,
başka ayet-i kerimeler de bu kanaate sahip olanların kanaatlerini
reddetmektedir. Allah'a hamd olsun.
4- Nimetler Mü'minler
İçindir:
Yüce Allah'ın: "De
ki: Bunlar dünya hayatında iman edenler içindir."
Yani, bu nimetler dünya
hayatında Yüce Allah'ı tevhid etmek ve O'nu tasdik etmek mukabilinde hakkı ile
onlara aittir. Yüce Allah, nimet verir, rızık ihsan eder. Eğer, nimete mazhar
olan kişi O'nu tevhid eder ve tasdik ederse, nimetin hakkını yerine getirmiş
olur. Eğer küfre saparsa, bu sefer şeytanın kendisini etkilemesine imkan vermiş
olur. Sahih hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Allah'tan daha çok eziyete
katlanan hiç bir kimse yoktur. O, insanlara afiyet verir, rızık ihsan eder,
kendileri ise O'nun eşi ve çocuğu olduğu iddiasında bulunurlar. "
"Dünya hayatında.
.. " buyruğunda ifade tamam olmaktadır. O bakımdan daha sonra merfu'
olarak "yalnız" diye buyurmaktadır. Bu, İbn Abbas ve Nafi'in
kıraatidir.
"Kıyamet günü ise
yalnız onlaradır. " Yani, Yüce Allah, hoş ve temiz rızıkları ahirette
yalnızca iman edenlere verecektir. Dünyada bunlarda mü'minlere ortak oldukları
gibi, ahirette de müşrikler, mü'minlere bu hoş ve temiz rIzıklarda ortak
olmayacaklardır.
Ayetin ifade ettiği
anlam şudur: Bu hoş ve temiz şeyler dünya hayatında başkalarının da kendilerine
bunlarda ortak olması ile birlikte mü'minler içindir. Kıyamet gününde ise
yalnız onların olacaktır. Buna göre "yalnız" kelimesi, hazfedilmiş
bir mübtedanın haberi olarak yeni bir cümle başlangıcıdır. İbn Abbas,
ed-Dahhak, el-Hasen, Katade, es-Süddi, İbn Cüreyc ve İbn Zeyd'in görüşü budur.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: Bu dünya hayatında var olan hoş ve temiz şeyler kıyamet gününde,
yalnızca dünya hayatında iman eden kimselere verilecektir. Bunun, yalnızca
mü'minlere verilmesi ise, bu nimetler dolayısıyla cezalandırılmayacakları ve
azap görmeyecekleri anlamındadır. Buna göre "Dünya hayatında"
ibaresi; "İman edenlere" taalluk etmektedir. Said b. Cübeyr'in
açıklaması da buna işaret etmektedir.
Diğerleri ise,
"yalnız" kelimesini hal olarak ve kat' ile okurlar. Çünkü, ifade
ondan önce de tamam olmaktadır. Ancak, bu kıraate göre; "Dünya"
kelimesi üzerinde vakıf caiz değildir. Çünkü, ondan sonra gelen ifadeler,
"İman edenler içindir" buyruğu ile alakalı olup ondan haldir. Ve
ifadenin takdiri de şöyle olur: De ki: O nimetler dünya hayatında mü'minler
içindir, kıyamet gününde de yalnızca has olmak üzere onlarındır. Bu şekildeki
açıklamayı Ebu'l-Ali (el-farisi) yapmıştır. Mübtedanın haberi ise "İman
edenler içindir" buyruğudur. Halde amel eden ise, "... ler
içindir" buyruğunda yer alan "lam" harfindeki fiil anlamıdır.
Sibeveyh ise, zarfın önceden geçmiş olması dolayısıyla mansub olduğu görüşünü
tercih etmiştir.
"İşte Biz ayetleri
bilenler için böylece açıklarız." Yani, size helal ve haramı geniş geniş
açıkladığım gibi, ihtiyaç duyduğunuz her şeyi de size böylece açıklıyorum.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN